Giriş
Geçtiğimiz hafta sonu Hamas savaşçıları İsrail’e saldırarak binden fazla İsrailliyi öldürdü ve yüz elli kadarını rehin aldı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ülkesinin savaşta olduğunu açıkladı, kabinesi yüz binlerce yedek askeri göreve çağırdı ve son birkaç gün içinde bin yüz kadar Filistinlinin öldürüldüğü Gazze Şeridi’nin bombalanması emrini verdi. Çatışma hakkında konuşmak için düşünce kuruluşu El-Şebeke’nin (Filistin Politika Ağı) yönetim kurulu başkanı Tareq Baconi’yi aradım. Kendisi aynı zamanda Ramallah’taki Uluslararası Kriz Grubu’nda da çalışmış ve 2018 tarihli Hamas Contained kitabının yazarı. Kısa ve anlaşılır olması için düzenlenmiş olan sohbetimiz sırasında Hamas’ın neyi başarmayı umduğunu, İsrail hükümetinin Hamas’a yönelik politikasının yıllar içinde nasıl değiştiğini ve son günlerde gördüğümüz şiddet ve zulmün boyutlarını nasıl anlamamız gerektiğini tartıştık.
Bu saldırının zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçtiğimiz hafta sonu yaşananlar, başta Hamas ve İsrail olmak üzere daha geniş anlamda İsrail ve Filistinliler arasındaki dinamiği nasıl anladığımıza dair paradigmayı gerçekten değiştirdi. Eski paradigmaya göre, İsraillilerin Batı Şeria’da yerleşimciler ve ilhak yoluyla uyguladığı şiddetin artması, Mescid-i Aksa ve tabii ki Gazze Şeridi çevresindeki provokasyonlar ve İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukasının bir parçası olan ve giderek artan kısıtlamalar gibi bu saldırıyı tetikleyebilecek çeşitli faktörler vardı. Geçmişte bunlardan herhangi biri Hamas’ı, Filistin halkı adına hareket ettiğini ve Filistinlileri korumaya çalıştığını gösterecek ya da Gazze’deki gerçekliği değiştirecek bir tür füze saldırısı ya da operasyon başlatmaya itebilirdi.
Hamas’ın bakış açısına göre saldırının boyutu ve başarısı, aslında yeni bir paradigma içinde olduğumuz anlamına geliyor. Hamas’ın saldırıları Gazze Şeridi’nde yeni bir gerçekliği yeniden müzakere etmekle sınırlı değil; aksine İsrail’in Filistinlilere karşı bir apartheid rejimini, halkına hiçbir bedeli olmadan sonsuza kadar sürdürebileceğine olan inancını temelden sarsabilecek nitelikte. Dolayısıyla, bu yeni paradigmada Hamas’ın saldırmasının nedenleri oldukça açık. İsrail’in çok uzun zamandır muhtemelen en zayıf konumunda olduğunu düşünüyorum. İsrail siyaseti ve toplumunda Siyonist projenin ortaya çıkardığı yapıyla ilgili büyük çatlaklar var. Bence ordu en zayıf konumunda çünkü birçok yedek asker protesto gösterileri düzenliyordu, zira bu, ülke tarihindeki en faşist hükümet. Uluslararası alanda bile bunun aslında herkesin inandığı gibi demokratik bir Yahudi devleti olmadığı, aksine çok daha rahatsız edici bir yönetim olduğu kabul ediliyor.
Yeni bir paradigmaya ulaştığımızı söylerken, Hamas’ın bu saldırının ölçeği ve şiddetiyle yeni bir paradigma yaratmak için yola çıktığını mı ima ediyorsunuz?
Hamas’ın yeni bir paradigma yaratmak için yola çıktığını sanmıyorum. Ancak Batılı politikacılar ve daha genel anlamda uluslararası toplum bu gerçekliğe ilişkin anlayışını değiştiriyor. Bu değişim birkaç yıldır yaşanıyor. Artık insan hakları dünyasındaki Filistinliler ve İsrailliler ile bu alandaki diğer uluslararası aktörler arasında bunun bir apartheid rejimi olduğu konusunda neredeyse bir fikir birliği var. 2021 yılında Filistinliler, tarihi Filistin topraklarının dört bir yanında gösteriler ve protestolar düzenleyerek, İsrail’in içi ile işgal altındaki topraklar arasında bir bölünme olduğu fikrinin üstesinden gelmeyi amaçlayan bir birlik intifadası başlattılar. Bu, bazı açılardan, Oslo’nun Filistinlileri bölme tasarımından uzaklaşmak ve Filistin mücadelesini tek bir baskı rejimine karşı tek bir halkın mücadelesi olarak anlamak için bir değişimin başlangıcıydı. Ancak Hamas’ın şu anda yaptığı şey—ki Hamas’ın saldırısının sonuç itibarıyla bu kadar büyük olabileceğini düşündüğünden tam olarak emin değilim—İsrail’in bir apartheid rejimini sürdürebileceği ya da daha doğrusu İsrail’in başka bir halkı sonsuza kadar baskı altında tutarken hala Yahudi ve demokratik bir devletmiş gibi davranabileceği fikrini gerçekten yıktı.
Tareq Baconi Almanya’da bir etkinlikte konuşurken [Fotoğraf: Haus der Kulturen der Welt]
Ama daha önceki soruma geri dönecek olursak: Eğer Hamas özellikle paradigmayı değiştirmek için yola çıkmadıysa, bu büyüklükte bir saldırıyı gerçekleştirmesi pek mantıklı görünmüyor.
Hamas zaten İsrail’i sömürgeci bir apartheid devleti olarak gören bir paradigma içinde faaliyet gösteriyordu. Değişen şey Hamas’ın, İsrail’in sarıldığı yenilmezlik söyleminin bir masal olduğunu gösterme ve politika yapıcıların bu rejimi sonsuza kadar sürdürebilecekleri ve Filistinlilerin de buna rıza göstereceği yanılsamasını yerle bir etme becerisidir. Bu saldırıyla birlikte, bugün New York Times’ın başyazısında iddia edildiği gibi, bunu sadece tahrik edilmemiş bir terörizm olarak gördüğümüz bir dünyaya geri dönmenin çok daha zor olduğunu düşünüyorum. (Başyazıda saldırının “herhangi bir uyarı ya da ani bir provokasyon olmaksızın” gerçekleştiği belirtiliyordu.)
2007’den bu yana Hamas Gazze Şeridi’nde etkin bir şekilde kontrol altındaydı. İsrail’in Gazze Şeridi’ni yönetmek ve orada hapsedilmiş iki milyon Filistinliyi istikrara kavuşturmak için Hamas’a güvenebileceği düşüncesi yürürlükteydi. Ve bu ikisi arasında çok şiddetli bir denge vardı. Ancak Hamas fiilen Gazze Şeridi’ne hapsedildi ve Filistin’in geri kalanından neredeyse koparıldı. İsrail’in bunu yapmasının, iki milyon Filistinliyi kontrolünden çıkarmasının, Batı Şeria’yı elinde tutmaya devam ederken Yahudi çoğunluğunu güvence altına almasının tarihsel olarak demografik nedenleri vardı. Bu saldırıyla birlikte, artık çevreleme kavramının ne olduğu anlaşılabilir: Hamas zamanını bekliyordu. İslamcı bir ideolojiyle Filistin siyasi projesini ilerletmek için gücünü topladığını ve daha kuvvetli hale geldiğini her zaman dile getiriyordu.
İsrail’in giderek artan bir şekilde insan haklarını ihlal eden sömürgeci bir devlet olarak görüldüğünü söylediniz. Ancak görünen o ki, buna verilen tepki biraz şaşırtıcı bulduğum bir ölçüde İsrail’in tamamen sahiplenilmesi oldu. Amerika’nın sahiplenmesi belki beklenen bir şeydi ama Avrupa’da da İsrail’in Gazze’de istediği her şeyi yapmasına adeta yeşil ışık yakıldı. Bahsettiğiniz ilerleme tersine dönebilir mi?
Kesinlikle. Bazı açılardan bu çok mümkün ve size tamamen katılıyorum. Bence saldırıdan bu yana ortaya çıkan retorik, kısmen şiddete neyin sebep olduğuna dair temel yanlış okumanın bir devamı niteliğinde. Önemli olan savaşı sona erdirmek ve sivil ölümlerini sona erdirmek. Filistinlileri harekete geçiren siyasi saiklerle gerçekten mücadele edilmediği sürece bu durum ortadan kalkmayacak. Hamas yok edilirse, Filistinlilerin sömürgecilik karşıtı mücadelesi başka bir kılıkta ve başka bir ideolojiyle devam edecek. Korkutucu bulduğum şey, apartheid’e rağmen İsrail’i desteklemeye bu kadar kararlı olan Batılı güçlerin ve Amerikalıların bir şekilde bu projeyi masrafsız bir şekilde sürdürebileceklerini düşünmeleri.
Hamas’ın eylemlerinin akılcı olduğunu, yani bir hedef doğrultusunda hareket ettiğini varsaysak bile bu, eylemlerinin stratejik olarak mantıklı olduğu anlamına gelmez.
Bu kesinlikle doğru ve bence bu durum hala belirsizliğini koruyor. Kimse bunun nereye varacağını kestiremiyor. Hamas’ın ne kadar ileri gidebildiğine kendisinin de şaşırdığını düşünüyorum. İsrail Gazze Şeridi’ni yerle bir edebilir ve Hamas bugün anladığımız anlamda bir örgüt olarak varlığını sürdüremeyebilir. Ne olursa olsun, son yetmiş iki saatin gösterdiği şey, ki bence bu bazı açılardan geri döndürülemez, İsrail’in bir apartheid rejimi olarak yenilmezliğinin bir efsaneden ibaret olduğudur. Dolayısıyla, İsrail’in Batılı hamilerinin tam desteğiyle ortaya koyabileceği ezici askeri güç Gazze’yi ya da daha geniş anlamda Filistinlileri tamamen yok etse bile, Filistinlilerin siyasi tahayyülünde bu durum çok derin bir etki yaratacak. Bu nedenle şu anda yeni bir gerçeklik içinde olduğumuza inanıyorum.
Sizce bu saldırı kısmen Hamas ile Filistin Yönetimi arasındaki ilişkiyle de ilgili miydi?
Bakın, Filistin Ulusal Yönetimi ile Hamas arasında kurumsal ve siyasi bir ayrılık olduğu açık ve bu on yıllar öncesine dayanıyor. Hamas on altı yıldır Gazze Şeridi’ni yöneten bir oluşum. Bazı açılardan bu onun işine de yaradı. Ancak Hamas’ın her zaman tutunduğu bir belirsizlik seviyesi vardı. Yöneten bir otorite olmaktan çok silahlı bir direniş hareketi olmak istiyordu. Bu saldırıyla birlikte ve ondan önceki birkaç yıl boyunca gördüğümüz şey, Hamas’ın sadece Gazze Şeridi’nde değil, tüm Filistin’de ve hatta diaspora ve mülteci topluluklarında Filistinliler adına konuşma rolünü üstlenme konusunda kendisine daha fazla güven duyduğu gerçeği.
Aynı zamanda Filistin Yönetimi, İsrail apartheidi ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılı görüldüğü için bu süreçte giderek daha önemsiz hale geldi. Hamas kendisini bu duruma ve güvenlik koordinasyonu kavramına karşı çok aktif olarak konumlandırıyor. Hamas, Filistinlilerin Hamas’ın İslamcı ideolojisini ve hatta taktiklerini benimseyip benimsemediklerinden bağımsız olarak, İsrail’in Filistinlilere karşı saldırganlığı söz konusu olduğunda çok daha yetenekli bir aktör. Hamas şu anda meydan okumanın dilini konuşan tek büyük siyasi ve askeri oluşum. Ve bence bu saldırı, Filistin Ulusal Yönetimi’nin bu yapı içinde aslında ne kadar önemsiz olduğunu her zamankinden daha fazla gösteriyor.
7 Ekim’de Han Yunus’u çevreleyen çitin öte tarafına geçen Gazzeliler [Fotoğraf: Abed Rahim Khatib/Flash90]
Ama temelde bu eylemin Filistinliler arası bir mücadeleyle ilgili olduğuna inanmıyor musunuz? Ayrıca İsrail ile barış anlaşmaları konusunda Arap ülkelerine bir mesaj vermekle ilgili olduğuna da düşünmüyor musunuz?
Tüm bu faktörlerin söz konusu olduğunu düşünüyorum ancak temelde bu ölçekte bir saldırının son bir iki ay içinde planlanmış bir saldırı olmadığını ve kesinlikle özünde İsrail’in cezasız kalmasına karşı çıkmakla ilgili bir saldırı olduğunu düşünüyorum.
İsrail hükümetinin özellikle Hamas’a yönelik politikası nedir? İsrail basınında Netanyahu’nun Hamas’ı güçlendirmenin Filistin Yönetimi’ni zayıflatacağına ve böylece bir Filistin devletini engelleyeceğine inandığını ifade ettiğine dair haberler yer aldı. Bu durum Gazze’de sahada kendini nasıl gösterdi?
İsrail’in Filistin’deki İslami hareketlere karşı her zaman bir ideolojisi, politikası ya da pozisyonu olmuştur, ki bu hareketler sonunda Hamas’a dönüşmüştür ve İsrail bu hareketleri—Filistin Ulusal Yönetimi’nin geldiği yere bakıldığında onu böyle değerlendirmek zor olsa da—seküler milliyetçiliğe karşı bir denge unsuru olarak görmektedir. Bu “böl ve yönet” politikası Filistinlilerle ilişkilerin doğasında var. Bilhassa Hamas söz konusu olduğunda, 2006’da Hamas iktidara geldiğinde İsrail’in düşüncelerinden biri, bir abluka uygulamaktı ki Hamas’ın iktidara gelmesinden önce de çeşitli şekillerde var olan bir düşünceydi bu.
Hamas’ın aslında Gazze Şeridi’ni stabil hale getirebilmesi açısından İsrail için iyi bir ortak olduğu ve İsraillilere ablukalarını haklı çıkarmak için mükemmel bir bahane sağladığı kısa sürede anlaşıldı. Kimse İsrail’in neden böylesine insanlık dışı bir abluka uyguladığını sorgulamıyordu. Böylece Hamas çok iyi bir muhatap haline geldi. Bu şiddet içeren bir dengeydi. Her iki taraf da diğerinin pozisyonunu kabul ediyordu.
Ne zaman İsrail’in iç meselelerinden birinin saptırılması gerekse ya da Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki zorlukları saptırması gerekse, aralarında bir karışıklık ya da bir tür tırmanma olabiliyordu. Ama her zaman ateşkese geri dönülürdü. İsrail açısından bakıldığında ise, Filistinlilerin geri kalanıyla nasıl ilgilendiğine benzer bir şekilde, ortada bir strateji yoktu. Sadece işgali yönetme, statükoyu idare etme kararı vardı. Bu yüzden de Hamas’la ya da Hamas’ın siyasi itici güçleriyle uğraşmak zorunda kalınmadı. İsrail, Hamas’ı Gazze Şeridi’nde kontrol altına alabileceğini ve bölgede istikrarı sağlamasına izin verebileceğini düşündü ve sonra da gözden ırak olan gönülden de ırak oldu.
Az önce söyledikleriniz ile öne sürdüğünüz diğer fikir, yani Filistin Ulusal Yönetimi’nin İsrail ile çok yakın iş birliği içinde görüldüğü ve kısmen bu nedenle siyasi olarak marjinalleştirildiği fikri arasında bir gerilim var mı? Söylediğiniz şey, aslında İsrail’in bazı açılardan Hamas’ı tercih ettiği ve onunla bir tür zımni iş birliği içinde olduğu gibi görünüyor.
Bu önemli bir soru ve ben de bu soruyla gerçekten yüzleşmeye çalıştım. İsrail’in Hamas’ı Gazze Şeridi’nde bir yönetim otoritesi olarak kabul etmesi, Hamas’ın tanımayı reddettiği devletle ilişki kurması ve bazı açılardan İsrail’le Filistin Ulusal Yönetimi’ni kınadığı türden bir güvenlik koordinasyonu sağlamasıyla ilgili pek çok soru ortaya çıktı. Bazen İsrail ile müzakerelere giriyor, bazen de sükuneti sağlamak için savaşçılarını geri çekiyor ya da roketleri susturuyor. Dolayısıyla, bazı açılardan, Hamas’ın bir yönetim otoritesi olduğu gerçeği, direniş projesine dahil oldu ve onu İsrail ile angajmana zorladı.
Aynı zamanda Hamas ile Filistin Ulusal Yönetimi arasındaki temel fark Hamas’ın ideolojisinden asla taviz vermemiş olmasıdır. Filistinlilerin geri dönüş hakkından, İsrail devletini tanımayı reddetmekten ya da silahlı mücadeleden asla vazgeçmedi. Daha sonra Filistin Ulusal Yönetimi’ne dönüşen Filistin Kurtuluş Örgütü ise Filistin milliyetçiliğinin ana unsurlarından ve bir devlete sahip olabilecekleri inancından taviz verdi.
İsrail ayrıca egemenliği altındaki ve aynı zamanda egemenliğinin ötesindeki her bir yönetim birimiyle farklı ilişki biçimlerine sahip. Dolayısıyla Hizbullah’la olan ilişkisi aslında Hamas’la olan ilişkisine daha yakındı ki bu da bazı açılardan kendi lehine işleyen bir şiddet alışverişi ilişkisiydi ve Filistin Ulusal Yönetimi’yle olan ilişkisinden temelde farklıydı.
Filistin Ulusal Yönetimi ile nasıl bir ilişkisi olduğunu söyleyebilirsiniz?
Herhangi bir çatışma olduğunu sanmıyorum. Filistin Ulusal Yönetimi İsrail’in egemenliğini kabul etti. Bence Filistin Ulusal Yönetimi’nin varlık sebebi güvenlik iş birliği. Filistin Ulusal Yönetimi bir Bantustan’ı[1] yönettiğini kabul etmiş durumda.
Hillary Clinton, Benjamin Netanyahu ve Mahmud Abbas aynı karede – 15 Eylül 2010 [Fotoğraf: ABD Dışişleri Bakanlığı]
Hamas içinde İsrail’in çok sayıda karşı istihbarat faaliyeti yürüttüğünü duymuştum. Sanırım bu durum hala devam ediyor. Sizce bu plan neden ortaya çıkmadı?
Hamas içindeki ya da Hamas’la ilgili yorum yapan farklı kişiler bunun [saldırı planının] çok küçük bir grup asker ve örgüt içindeki diğer kişiler arasında çok sıkı tutulan bir sır olduğundan bahsetti. Şunu söyleyebilirim ki Hamas, tarihsel olarak askeri kanadı ile siyasi bürosu arasında her zaman belli bir ayrımı korumuştur. Siyasi büro bir strateji ortaya koyardı. Ve bu strateji daha sonra askeri kanadın taktiklerini siyasi büroya bilgi vermeksizin uygulamasına yön verirdi. Yani siyasi büro muğlak bir talimat verir ve belirli bir operasyonun ne zaman ya da nasıl gerçekleşeceği konusunda hiçbir bilgisi ya da öngörüsü yoktur. Bana öyle geliyor ki burada da muhtemelen böyle bir şey oldu. Son altı ayda İsrail’in zayıflığını ve kararsızlığını gösteren genel bir kanı ve bir tür saldırı talimatı verildiği ama saldırının ne zaman ve nasıl olacağının bilinmediği hissi vardı.
Saygı duyduğumuz sömürge karşıtı ya da devrimci figürlerin birçoğu—Nelson Mandela ve Afrika Ulusal Kongresi ilk akla gelenler—amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanmışlardır. Ve bence bugün tarih boyunca bu grupların şiddete ne kadar sık başvurduğu konusunda bir naiflik var. Aynı zamanda, İsraillilerin “Filistin’deki insanlar hayvandır ve öyle muamele göreceklerdir” gibi şeyler söylediklerini duyduğumda ya da İsrail kasabalarında ölen çocuklarla ilgili haberleri duyduğumda, bazen bunu askeri bir strateji ya da aklında net amaçları olan tutarlı bir siyasi mücadelenin parçası olarak düşünmekte zorlanıyorum. Çoğu zaman sadizm gibi görünüyor. Ve bu eylemleri daha büyük mücadeleler, hatta desteklediğimiz daha büyük mücadeleler bağlamında nasıl düşünmemiz gerektiğini bilmiyorum. Bununla nasıl mücadele ediyorsunuz?
Bu gerçekten önemli ve bence çok ama çok zor bir soru. Ben de her gün bununla boğuşuyorum. Söyledikleriniz kesinlikle doğru. Şiddet olmadan sömürgecilik karşıtı mücadele ya da sömürgecilikten kurtulma mücadelesi olmaz. Buradaki meselenin bir kısmı, sömürgecilik karşıtı her türlü mücadelede birincil neden olan sömürgeci şiddeti merkeze almanın bizim için gerçekten önemli olması. Tartışmayı bu bağlamda temellendirmek çok önemli çünkü Hamas’ın şiddeti durup dururken ortaya çıkmıyor. Dediğiniz gibi sadizmle ilgili meselenin bir kısmı da Filistinlilerin her gün ölüm ve şiddetle yaşıyor olmaları.
İlk defa The New Yorker’a röportaj veriyorum ve bu İsrailliler öldürüldüğü için oluyor. Hamas’a dair yazıp çizdiğim şu son on beş yıl içinde binlerce Filistinli öldürülürken olan neydi? Dolayısıyla, bu şiddetin itici gücünün ne olduğunu gerçekten düşünmek istediğimizde—ki ortaya çıkan resimler mide bulandırıcı—sömürgeci şiddetin hem ezene hem de ezilene insanlıktan çıkma aşıladığını anlamamız gerekiyor. Ve bu komple bir çılgınlık hali. İsrailli protestocuların bir apartheid rejiminde demokrasi için protestoya gitmeleri benim için akıl almaz bir durum. Bu çelişkiyi sürdürebilmelerinin tek yolu Filistinlilerin hayatlarının yok ya da harcanabilir olduğunu kabul etmeleri. Dolayısıyla, yine yürek burkan bu şiddeti bu bağlamda anlamamız gerekiyor.
Ancak Hamas ve onun siyasi projesi hakkında düşünmek istersek, örgüt hala tüm Filistinliler adına konuşmuyor. Filistinlilerin hepsi İslamcı değil. Buradaki daha büyük mesele, yetmişli ve seksenli yıllardaki sömürge karşıtı hareketlerle daha uyumlu olan Filistin siyasi projesinin, yani Filistin Kurtuluş Örgütü’nün hem kurumsal olarak hem de Filistinli siyasi liderlerin öldürülmesi ve hapsedilmesi yoluyla yok edilmesine kadar Batı tarafından eşit derecede terörist bir örgüt olarak muamele görmesidir. Bu, sömürgecilik karşıtı hareketin siyasi projesinin yok edilmesiydi. Ve Filistin örneğinde işe yaradı ya da geçici olarak işe yaradı. Ancak siyasi proje şu anda kendini yeniden oluşturuyor ve şu ana kadar Hamas bu projenin en güçlü tezahürü.
Sömürge durumunun bu kadar şiddete neden olduğu konusunda söyledikleriniz makro anlamda doğru. Ancak insanlar her türlü koşulda da şiddet uyguluyor: Sömürgeciliğin kurbanı olmayan İsrailliler; Yahudileri Yahudi oldukları için öldürmek isteyen İslamcı gruplar. Bazı şiddet eylemlerinin sömürgecilik mücadelesiyle yakından bağlantılı olması gerekmeyebilir, ama belki de tarih boyunca hep böyle olmuştur.
Bence siyasi liderler ve Filistinliler için acıyı, trajediyi, insan hayatının kaybını ve şiddeti görebilmek ve bir yandan sadistçe uygulanan şiddetin yasını tutarken bir yandan da kendi mücadelelerinin haklılığını görmenin etik değerini koruyabilmek hayati önem taşıyor. Her ikisine de sahip çıkabilmeliyiz. Sömürgecilik karşıtı mücadelelerin şiddet içerdiğini kabul etmeliyiz. Ancak bu şiddetin tamamı siyasi bir projenin peşinde değil. Sizin de söylediğiniz gibi, şiddet çok farklı nedenlerle ortaya çıkar. Bu gerçeği kabul ederken aynı zamanda ırk ayrımcılığına son vermenin ahlaki önemini de kabul etmeliyiz. Ve bence medya bunu siyah ve beyaz olarak göstermeye çalıştığında bunu yapmak gerçekten zor. Bu çok karmaşık bir durum ve bu karmaşıklığı göz ardı etmememiz gerekiyor.
[1] Bantustan, Güney Afrika’daki apartheid rejimi tarafından, siyahi nüfusun kent merkezlerinden dışlanmasını ve siyaseten etkisizleştirmesini temin etmek için kurulmuş olan birbirinden ayrık yerleşim yerlerine verilen addır. [e.n.]
Röportajı Yapan: Isaac Chotiner
Konuk: Tareq Baconi
Yayın Tarihi: 11 Ekim 2023
Kaynak: The New Yorker
Çeviri: KARPUZ
Manşet Fotoğrafı: Mohamed Alostaz—PPM/Getty Images