Skip to main content

Aşağıda çevirisini sunduğumuz bu metin, 15 Kasım 2023 tarihinde Middle East Eye tarafından yayınlandı. Ortadoğu ve Filistin üzerine çalışmalarıyla bilinen Columbia Üniversitesi profesörü Joseph Massad bu yazısında Filistinlilere yöneltilen bitmek bilmeyen antisemitizm ithamlarının tarihsel ve politik bağlamını gözler önüne seriyor. Filistinlilerin, dini veya etnik kimliğinden bağımsız bir şekilde sömürgeci ve ırkçı bir sisteme karşı direndiğinin altını çizen Massad, siyonizm karşıtlığı ile antisemitizmin kasıtlı bir şekilde birbiri yerine kullanılmasının Filistinlileri insandan aşağı gören Batılı elitlerin de işine geldiğini öne sürüyor. Filistin direnişine verdiği açık destekten ötürü sert eleştirilere ve linç kampanyalarına maruz kalan Massad, 7 Ekim’den bu yana yaşananların Filistinlilerin on yıllardır maruz bırakıldığı muamelenin devamı olduğunu belirttiği bu yazısını da şu sözlerle bitiriyor: “Filistin halkı, apartheid ve Yahudi üstünlükçü rejimi nehirden denize kadar yenilgiye uğratana dek İsrail’e direnmeye devam edecek.”

7 Ekim’den bu yana tekrar tekrar şahit olduk ki İsrail’in Yahudi-üstünlükçü bir devleti ayakta tutmaya dair çabası, hala on binlerce Filistinliyi öldürmesini gerektiriyor.

Avrupalı siyonistlerin Filistin’e yerleşmelerinden yaklaşık bir buçuk asır sonra ve burada şiddete başvurarak yerleşimci sömürge düzenlerini kurmalarından 75 yıl sonra hala, Filistin halkı teslim olmayı reddediyor ve tüm gücüyle direnmeye devam ediyor. Bu da onları, İsrail ve Batılı müttefiklerinin gözünde İsrail’in soykırımcı ölüm makinesi için “meşru hedef” haline getiriyor.

Siyonist liderler vahşi eylemlerini meşrulaştırmak için Filistinlileri sık sık ırkçı aforizmalar üzerinden tanımladılar. İsrail’in işlediği suçlardan giderek bıkan Batı dışı dünyada kurbanlarını yeterince insandışılaştıramayan mevcut [İsrailli] liderler, önceki nesil siyonist işgalciler tarafından kullanılan bilindik klişe ifadelere geri döndüler. Bu tür ifadeler, İsrail’in suçlarından asla bıkmayan Batılı ülkelerde hep etkili olmuştur.

Daha yakınlarda Benjamin Netanyahu İsrail’in Filistinlilere karşı sürdürdüğü imha savaşını manişeist bir ifadeyle “aydınlık güçler ile karanlık güçler, insanlık ile hayvanlık arasındaki bir savaş” olarak tanımladı.

Ancak daha önceki tüm ırkçı dalaverelerinde olduğu gibi başbakan hiç de özgün değil.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, 22 Eylül 2023 tarihinde New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma sırasında Filistin’in yer almadığı “Yeni Orta Doğu” haritasını sergilerken [Fotoğraf: Spencer Platt/Getty Images]

Irkçı Aforizmalar

Müstakbel Yahudi yerleşimci kolonisini daha 1896’da, “Avrupa’nın Asya’ya karşı muhafızlarından biri, barbarlığa karşı medeniyetin ileri karakolu” olarak tanımlayan ilk kişi siyonist hareketin Avusturya-Macaristanlı kurucusu Theodor Herzl’in bizatihi kendisiydi.

Dünya Siyonist Teşkilatı’nın Beyaz Rusyalı başkanı Chaim Weizmann ise 1936’da Filistinlileri “yıkım güçleri, çöl güçleri”, Yahudi sömürgecileri ise “medeniyet ve inşa güçleri” olarak tanımlamıştı. Daha sonra İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olan Weizmann, siyonistlerin Filistin’i “fethini” şöyle ifade etmişti: “Çölün medeniyete karşı kadim savaşı bu; ama bizi durduramayacaklar.”

Bu tür soykırımcı ve ırkçı söylemler sadece siyonizme özgü değil. Aksine bütün sömürgeciler için tipik bir durum. Fransızlar Yeni Kaledonya’yı fethettiklerinde, katliamlardan sağ kurtulan yerli Kanak halkının önce topraklarını çaldılar, sonra da onları rezervasyonlara yerleştirdiler. Fransa’nın soykırım politikalarına karşı 1878’de ortaya çıkan Kanak direnişini “medeniyete karşı vahşet” savaşı olarak tarif ettiler.

İngiltere 1882’de Mısır’ı istila ve işgal ettiğinde, savaşını “medeniyet ile barbarlık arasında bir mücadele” olarak adlandırdı. Sömürge arşivleri, benzer ifadeler içeren çok sayıda örnekle dolu.

Polonya kökenli olan Netanyahu, ırkçı söylemleri açısından mevcut İsrailli liderler arasında bir istisna değil. Devam eden Filistin-İsrail savaşının üçüncü gününde, yine Polonya kökenli olan Savunma Bakanı Yoav Gallant Filistinlileri “insansı hayvanlar” olarak tanımladı. Aynı şekilde Litvanya kökenli eski İsrail Başbakanı Ehud Barak da İsrail’den “orman ortasında bir villa” olarak bahsetmişti.

İsrailli askerler, Gazze’de yerlerinden edilmiş Filistinli çocukların evlerinden çaldıkları oyuncaklarla oynarken [Kaynak: Kudüs Haber Ağı]

“Laik” siyonistlerin Filistin işgalini meşrulaştırmak için eskiden beri kullanageldikleri dini retorik, İsrail’in resmi çizgisinden hiç de uzak değil. İsrail’in Gazze’ye yönelik son kara harekatından hemen önce Netanyahu sömürgeci birliklerine şöyle seslendi: “Amalek’in size ne yaptığını hatırlayın, diyor kutsal kitabımız. Ve biz hatırlıyoruz.”

Yehova, halkına şu emri vermişti: “Şimdi gidin, Amaleklilere saldırın ve onlara ait olan her şeyi tamamen yok edin. Onları bağışlamayın; erkekleri ve kadınları, çocukları ve bebekleri, sığırları ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün.” Askeri güçler imha görevine hazırlanırken, Netanyahu bu sözlerle Filistin halkını kastediyor gibiydi.

Netanyahu’nun dini söylemleri, sömürgeci Avrupalı Yahudileri Filistin’in bir parçası kılmak amacıyla onları eski İbrani topluluklarla ilişkilendiren siyonist mitin bir parçası.

Ancak bu tür siyonist mitolojiler, referans aldıkları Kitab-ı Mukaddes anlatısına aykırı olarak, “Yahudi halkının” iki bin yıl önce Filistin’de yaşadığı ve buranın tek sakinleri olduğu iddiasını öne sürüyor. Modern Yahudilerin eski İbranilerin doğrudan ve tek torunları olduğu hala savunulagelen fantastik bir kurgu. Eski İbranileri Kenan Diyarı’nın fatihleri olarak sunan Kitab-ı Mukaddes anlatısıyla, siyonistlerce savunulan Yahudilerin ezelden beri Filistin’in yerli halkı olduğu iddiası çelişiyor. Nitekim Edward W. Said de bu sahte iddiaların bu perspektiften, yani Kenan meselesi üzerinden okunmasını savundu ısrarla.

‘Antisemitizm’ iftiraları

Siyonist “fetihçiliğin” tıynetini ve Filistin’deki kanlı tarihini örtbas etmeye çalışan İsrail ve onun Batı medyasındaki işbirlikçileri, Hamas’ın geçen ayki saldırısının “Holokost’tan bu yana” Yahudilere yönelik en ölümcül saldırı olduğu gibi ahlaksız bir iddiayı öne sürerek komiklik yapıyorlar.

İsrail’in ve siyonistlerin Filistinlileri antisemitist ve Nazi olarak gösterme çabaları 1920’lere ve 1930’lara kadar uzanıyor. Bu aşağılık propagandanın amacı, Filistinlilerin sömürgecilik karşıtı mücadelesini antisemitist bir mücadele gibi göstererek Batı’nın İsrail’e sempati duymasını sağlamak.

İsrail askerlerini ve 7 Ekim’de ölen sivilleri antisemitizmin kurbanları olarak göstermek, İsrail’e ve İsrailli Yahudilere saldıran Filistinlilerin onlara Yahudi oldukları için değil sömürgeci oldukları için saldırdıkları gerçeğini örtmeyi amaçlıyor.

İsrail’i ve İsrailli Yahudi yerleşimcileri, sırf Yahudi oldukları için antisemitizmin kurbanı olan Avrupalı Yahudilerle bir tutma çabasının kendisi bir antisemitizm örneği. Aynı zamanda bu yaklaşım, İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen Yahudileri, İsrail’in Yahudi üstünlükçü yerleşimci kolonisiyle bir tutarak onların hatırasını lekeliyor.

Filistinliler İsrail’e Yahudi olduğu için değil, ırkçılığı ve yerleşimci sömürgeciliği nedeniyle direnmeye devam ediyor. Filistinliler, sömürgecileri Hristiyan, Müslüman ya da Hindu olsaydı direnmezdi ya da direniyorlar çünkü sömürgecileri Yahudi demek absürt olurdu.

Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler hareketinin Ohio Eyalet Üniversitesi’ndeki şubesi (SJP-OSU) 13 Ekim 2023’te Columbus, Ohio’da düzenlenen direniş günü gösterisinde ‘Nehirden Denize’ pankartı taşırken [Fotoğraf: Paul Becker/Becker1999]

Emperyalist ve ırkçı Batı’nın Filistin yanlısı popüler bir protesto sloganı olan “Nehirden denize” ifadesi karşısında duydukları dehşet, Filistinlilerin topraklarının, geçim kaynaklarının ve yaşamlarının yok edilmesine karşı gösterdikleri direnişin antisemitizm olarak karalanmasından besleniyor. Siyonistler Gazze’deki katliamı dikkatlerden kaçırmak için bu slogana antisemitizm damgası vurmak üzere bir kampanya başlattılar.

“Nehirden denize, Filistin özgür olacak” sloganı, tarihi Filistin’in tamamının Yahudi üstünlükçülükten, sömürgecilikten ve ırksal hiyerarşilerden kurtarılabilmesi ve tüm Filistinlilerin özgür olabilmesi için, Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar İsrail’in tüm ırkçı kurum ve kanunlarının yürürlükten kaldırılması gerektiği anlamına gelmektedir.

İsrail’in kendi Filistinli vatandaşlarına karşı içeride uyguladığı görece daha yumuşak apartheid pratiklerinin bile son bir ay içinde, yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından Filistinlilere karşı katliamların devam ettiği Batı Şeria’dakine benzer acımasız baskıcı önlemlere dönüşmüş olması, bu sloganı kötüleyenler için önemsiz görünüyor.

Bu sloganı eleştirenler, özellikle de iki devletli çözümü desteklediklerini iddia edenler, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi işgal etmesine karşı olduklarını ısrarla vurgularken, ülke sınırları içindeki Yahudi üstünlüğünün yıkılmasına da şiddetle karşı çıkıyorlar.

Bu siyonist argümanların özünde, Yahudi kimliğinin bugün, Yahudi olmayanlar üzerinde üstünlük kurmaya ve diğer insanların topraklarını sömürgeleştirmeye bağlı olduğu ve bunlardan herhangi birine karşı çıkan herkesin antisemitist olduğu varsayımı yatmaktadır. Ancak asıl antisemitizm, siyonistlerin ve İsraillilerin Yahudilere ve Yahudiliğe, siyonizmin temelini oluşturan yerleşimci-sömürgeci ve Yahudi üstünlükçü ideolojiyi dayatmasıdır; ki bunlar ne Yahudilik ne de Musevilik ile ilişkilidir.

Bugün İsrail’i savunan Batılı hükümetler ve medyadaki fikir birliği, bazıları için şaşırtıcı olsa da, sömürgeciliğin başlangıcından bu yana Avrupalı sömürgecileri destekleyen ve sömürgeleştirilmiş yerli halkların karşısında yer alan Batılı konsensüsten farklı değil.

19. yüzyılın sevilen Fransız demokratı Alexis de Tocqueville Cezayir’deki Fransız sömürgeciliği hakkında şunları söylemişti: “Saygı duyduğum ama aynı fikirde olmadığım insanların, hasatları yakmamızı, ambarları boşaltmamızı ve de silahsız erkek, kadın ve çocukları alıkoymamızı yanlış bulduklarını sık sık duydum. Bana göre bunlar üzücü olsa da zaruret gereği gerçekleşiyor. Araplarla savaşmak isteyen herkesin kabul etmek zorunda kalacağı mecburiyetler bunlar.”

Liberalliğin sembolü John Stuart Mill, “despotizmin barbarlarla başa çıkmada meşru bir yönetim biçimi” olduğunu açıkça ifade etmişti.

Sömürgeci Almanlara karşı yürütülen 1904-1908 Savaşı sırasında esir alınan Herero ve Nama halkından insanlar [Kaynak: Wikipedia/Der Spiegel ]

Almanların Namibya’daki Herero halkına yönelik soykırımı sırasında, parlamentoda bulunan August Bebel liderliğindeki Alman Sosyal Demokratlar da en az muhafazakar ve liberal meslektaşları kadar ırkçıydı. Hem muhafazakar hem de liberal parlamenterlerin Hereroları insanlık dışı “canavarlar” olarak nitelendirmesine karşılık Bebel, Herero halkının mücadelesine sempati duyduğunu ifade etmiş ancak onların medeni olmadıklarını kendisinin de kabul ettiğini söylemişti: “Onların kültür seviyesi çok düşük, vahşi bir halk olduğunu burada tekraren ifade ettim.”

Hatta 1871 Paris Komünü ayaklanmasının Fransız devleti tarafından bastırılmasının ardından reform yapmak üzere Yeni Kaledonya’ya sürgün edilen Fransız komün üyeleri bile yerli Kanak halkının soykırımına aktif olarak katılmıştı.

Batılıların Kayıtsızlığı

7 Ekim saldırısının ardından birçok sosyal medya yorumcusu, bazı İsrailli Yahudilerin nasıl olup da Gazze toplama kampından üç mil uzakta bir müzik festivali düzenleyebildiğini hayretle karşıladı. Diğerleri ise “açık hava ‘doğa partileri’nin ya da İsrail’in ormanlık vadileri ve güney çöllerindeki müzik festivallerinin genç İsrailliler arasında popüler bir eğlence olduğunu” belirtti.

Bu tarz gerçeklikten kopuk eğlenceler düzenleme pratiği sadece İsraillilere özgü değil. O yıllarda, Güney Afrika’nın işgali altında bulunan ve bir yerleşimci kolonisi olan Namibya’da Güney Afrikalı bir başsavcı 1983 yılında, siyah direnişin aktif olduğu “operasyonel bölgede neler olup bittiğine dair beyaz halkın en ufak bir fikri olmadığını” ifade etmişti. “Güneydeki beyazlar” demişti, “partiler vermeye devam ediyor.”

Namibya’daki mücadeleyi çalışan tarihçiler, “evlerinden beş mil ötede bulunan siyah banliyölerdeki isyanı görmezden gelmeye alışkın oldukları için, bölgedeki beyazların” civar bölgelerdeki “kargaşayı” umursamamalarının şaşırtıcı olmadığını belirtmişlerdi.

Bugün Batı’nın sahip olduğu aşağılık Filistin karşıtı konsensüse dair dikkat çekici olan şey, daha önce İsrail savunuculuğunun merkezi olan Batı akademisinin son 40 yılda İsrail’in öne sürdüğü tüm temel siyonist iddiaları çürütmüş olmasıdır; İsrail’in Filistinlilerin toprakları üzerindeki hak iddialarından efendi-ırk[1]demokrasisinin“ herkes için geçerli olduğu iddialarına kadar. Ancak bunların hiçbiri, Batılı hükümetler ve ana akım medyanın İsrail ya da Filistinlilere bakışını bugüne kadar değiştirebilmiş değil.

Batılı hükümetlerin ve medyanın, İsrail yanlısı fanatik siyonistlerin yanı sıra Bernard Lewis ve 11 Eylül’den sonra ortaya çıkanlar da dahil olmak üzere 1970’lerden bu yana görüşleri itibarsızlaştırılmış olan Oryantalistlere uzman ve danışman olarak itibar etmeye devam etmesi, Batılı siyasi hegemonyanın beyaz üstünlüğüne olan sarsılmaz bağlılığını göstermektedir. Bu hegemonya, emperyal macerasını devam ettirmek uğruna Oryantalist siyonizm ile Arap ve Müslüman karşıtı ırkçılığı yanına destekçi olarak almakta kararlı.

Bu kararlılığın açıkça gösterdiği üzere, imparatorluğu ve beyaz üstünlüğünü destekleyen Batılı akademik bilgi emperyal maceraların devamı için kullanılırken, emperyal hedeflerden sapmaya neden olabilecek her tür bilgi ise her zamanki gibi ya önemli görülmüyor ya da oldukça kasıtlı bir şekilde reddedilip sansürleniyor.

Long Beach’teki Kaliforniya Eyalet Üniversitesi öğrencileri, Filistin’e destek yürüyüşünde üzerinde “İnsanlar Sömürüldüğünde Direniş Haktır” yazılı bir pankart taşırken [Fotoğraf: Naoki Gima]

Dünyamız, ABD ve Batı Avrupa’nın başını çektiği beyaz üstünlükçü güçler ile onların beyaz olmayan kurbanları arasında her zamankinden daha fazla bölünmüş durumda. İsrail’in Gazze’de devam eden ve soykırıma varan savaş suçları, Asya’daki son yerleşimci kolonide beyaz Avrupalı üstünlüğünü korumaya yönelik bir adım ve sömürgecilerin uzun ve vahşi tarihinin yalnızca son halkasıdır.

Ancak beyaz üstünlükçülerin kabul etmeyi reddettiği şey şu ki; Filistin halkı, apartheid ve Yahudi üstünlükçü rejimi nehirden denize kadar yenilgiye uğratana dek İsrail’e direnmeye devam edecek.

[1] Metinde orijinal terim “herrenvolk democracy” olarak geçiyor. Bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Herrenvolk_demokrasisi

Yazar: Joseph Massad

Yayın Tarihi: 15 Kasım 2023

Kaynak: Middle East Eyes

Çeviri: KARPUZ

Manşet Fotoğrafı: Reuters