Skip to main content

Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, 2 Kasım 2023 tarihinde London Review of Books sitesinde yayınlandı. Londra’daki Goldsmiths Üniversitesi’nde mekansal ve görsel kültür profesörü olan ve aynı zamanda üniversite bünyesinde faaliyet gösteren Forensic Architecture (Adli Mimarlık)[*] adlı araştırma merkezinin kurucusu Eyal Weizman, bu yazısında Gazze ve etrafındaki İsrailli yerleşimlere dair önem arz eden tarihsel noktalara değiniyor. Hamas’ın saldırılarının hedefindeki bölgenin askeri-sivil kompozisyonuna dair çarpıcı bilgiler veren Weizman, aynı zamanda rehin alma eylemlerinin tarihini ve İsrail-Filistin denklemindeki yerini anlatıyor. Weizman’a göre, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana takındığı tutum, rehinelerin ölümünü herhangi bir anlaşmaya tercih edecekmiş görüntüsü verse de İsrail eninde sonunda rehine takası için masaya oturmak zorunda kalacak. Önemli tespitler içeren bu yazıyı istifadenize sunuyoruz.

1956 baharında, Nekbe’den sekiz yıl sonra, bir grup Filistin fedaisi Gazze’yi İsrail devletinden ayıran hendeği geçtiler. Hendeğin bir tarafında 200.000’i civar bölgelerden sürülmüş mülteciler olmak üzere 300.000 Filistinli, diğer tarafında ise bir avuç yeni İsrail yerleşimi bulunuyordu. Filistinli savaşçılar Nahal Oz adlı kibutza[1] girmeye teşebbüs ederek güvenlik görevlisi Roi Rotberg’i öldürdüler. Cesedi yanlarında Gazze’ye götürdüler, ancak BM’nin müdahalesi üzerine geri verdiler. Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Moshe Dayan bir düğün için yerleşim yerine gitmiş ve ertesi akşam Rotberg’in cenaze töreninde konuşma yapmak istemişti. Rotberg’i öldüren adamlardan bahsederken şöyle sordu: “Bize duydukları nefretten neden yakınalım ki? Sekiz yıl boyunca Gazze’deki mülteci kamplarında yaşadılar ve gözlerinin önünde bir zamanlar kendilerinin ve atalarının yaşadığı toprakları ve köyleri nasıl vatanımıza dönüştürdüğümüzü gördüler.” Bu, Filistinlilerin kaybettiklerinin bugünkü İsrailli politikacıların artık ifade etmeye güç yetiremeyeceği bir kabulüydü. Ancak Dayan geri dönüş hakkını savunmuyordu. Konuşmasını, İsraillilerin kendilerini kalıcı ve acı bir savaşa hazırlamaları gerektiğini ve bu savaşta İsrail’in “sınır yerleşimleri” dediği şeyin önemli bir rol oynayacağını savunarak bitirdi.

Yıllar içinde, sınırdaki hendek karmaşık bir tahkimat sistemine (2018-19’da iki yüzden fazla Filistinli göstericinin vurularak öldürüldüğü ve binlercesinin yaralandığı 300 metrelik bir tampon bölge, birkaç kat jiletli tel örgü, yer altına uzanan beton duvarlar, uzaktan kumandalı makineli tüfekler ve gözetleme kuleleri, CCTV, radar sensörleri ve casus balonlar gibi gözetleme ekipmanlarına) dönüştü. Bunun dışında, bazıları Gazze Kıskacı[2] olarak bilinen bölgeyi oluşturan sivil yerleşimlerin yakınında ya da içinde bulunan, bir dizi askeri üs de mevcut. 7 Ekim’de Hamas koordineli bir saldırıyla bu birbiriyle bağlantılı sistemin tüm unsurlarını vurdu. Çite en yakın yerleşim yeri olan Nahal Oz, saldırının odak noktalarından biriydi. “Nahal” terimi sınır yerleşimlerini kuran askeri birliği ifade eder. Nahal yerleşimleri hayata askeri karakollar olarak başladı ve çoğunlukla kibutz tipi sivil köylere dönüşmeleri gerekiyordu. Ancak dönüşüm hiçbir zaman tamamlanmadı ve bazı sakinlerin gerektiğinde sınır muhafızı olarak ikinci bir hüviyete kavuşmaları bekleniyordu.

“Sahiplerince ikamet edilmeyen” topraklar, İsrailli planlamacıların 1948’deki sürgünlerden sonra Siyonist yerleşimci projesinin planını üstüne kurdukları uygun zemindi. Projenin baş mimarı, 1931 yılında Filistin’e taşınmadan önce Walter Gropius ve Hannes Meyer’den eğitim alan ve burada konut siteleri, işçi kooperatifleri, hastaneler ve sinemalar inşa eden Bauhaus mezunu Arieh Sharon’du. İsrail devleti kurulduğunda David Ben-Gurion onu Hükümet Planlama Dairesinin başına getirdi. Mimarlık tarihçisi Zvi Efrat, The Object of Zionism (2018) adlı kitabında, Şaron’un ana planının modernist tasarımın en son ilkelerine dayanmasına rağmen, başka amaçları da olduğunu açıkladı: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelen göçmen dalgalarına ev sağlamak, Yahudi nüfusunu merkezden çevreye taşımak, sınırı güvence altına almak ve mültecilerin geri dönüşünü zorlaştırmak için bölgeyi işgal etmek.

1950’lerde ve 1960’larda Şaron’un mastır planı ve ardından gelen çalışmalar, o zamanlar ülkenin yaklaşık yüzde 40’ı olarak tanımlanan “sınır bölgelerinde”, tarımsal yerleşimlerden oluşan bir kümeye hizmet eden bölgesel merkezlerin veya “kalkınma kasabalarının” inşa edilmesine olanak sağladı. Bu kalkınma kasabaları, fabrika çalışanı olarak işçileştirilecek olan Kuzey Afrika’dan gelen Yahudi göçmenlere—Arap Yahudilerine—ev sahipliği yapacaktı. Kibbutz ve moşav[3] tipi tarımsal yerleşimler, çoğunlukla Doğu Avrupalılardan oluşan işçi hareketinin öncü üyeleri içindi. Dayr Sunayd, Simsim, Najd, Huj, Al Huhrraqa, Al Zurai’y, Abu Sitta, Wuhaidat gibi Filistin köyleri ve Tarabin ve Hanajre Bedevi kabilelerine ait toprakların üzerine, Sderot ve Ofakim kalkınma kasabaları ile Be’eri, Re’im, Mefalsim, Kissufim ve Erez kibbutzları inşa edildi. Tüm bu yerleşimler 7 Ekim’de hedef alındı.

İsrail’in 1967’deki işgalinin ardından hükümet, Gazze’deki başlıca Filistinli nüfus merkezlerinin arasına yerleşimler kurdu. Bunların en büyüğü Mısır sınırındaki Refah yakınlarında bulunan Gush Katif’ti; toplamda İsrail kolonileri Gazze topraklarının yüzde 20’sini kaplıyordu. 1980’lerin başında Gazze ve çevresindeki bölge, Mısır’la yapılan barış anlaşmasının ardından Sina’dan tahliye edilen çok sayıda İsrailli yerleşimciyi de içine aldı. Bölgenin etrafına ilk çit 1994 ve 1996 yılları arasında inşa edildi—bu dönem “barış sürecinin” zirvesi olarak görülüyordu. Gazze artık dünyanın geri kalanından izole ediliyordu. Filistinlilerin direnişine karşılık olarak İsrail’in Gazze’deki kolonileri 2005 yılında boşaltıldığında, tahliye edilenlerin bir kısmı Gazze sınırlarına yakın yerleşimlere taşınmayı tercih etti. Kısa bir süre sonra ikinci ve daha gelişmiş bir çit sistemi tamamlandı. Hamas Gazze’de iktidara geldikten bir yıl sonra, 2007’de İsrail, gıda, ilaç, elektrik ve benzin gibi yaşamı idame ettirmeye yarayan maddelerin girişini kontrol ederek ve sınırlayarak tam ölçekli bir kuşatma başlattı. İsrail ordusu bu yoksunluğu, Gazze’de hayatı neredeyse tamamen durma noktasına getirecek bir seviyeye çıkardı. BM’ye göre 2008’den bu yılın Eylül ayına kadar 3500 Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan bir dizi bombalama kampanyasıyla birlikte kuşatma, daha önce görülmemiş ölçekte bir insani felakete yol açtı: Sivil kurumlar, hastaneler, su ve hijyen sistemleri zar zor çalışabiliyor; elektrik ise günün sadece yarısında kullanılabiliyor. Gazze nüfusunun neredeyse yarısı işsiz ve yüzde 80’inden fazlası temel ihtiyaçlarını karşılamak için yardıma muhtaç.

İsrail askerleri Gazze sınırındaki Nahal Oz kibutzu yakınlarında devriye geziyor [Fotoğraf: AFP]

İsrail hükümeti, birçoğu çit hattından birkaç kilometre uzakta ve ona paralel uzanan bir yol boyunca dizilmiş olan Gazze çevresindeki yerleşimlerde yaşayanlara geniş vergi indirimleri (örneğin gelir vergisinde yüzde 20 indirim) sunuyor. Gazze Kıskacı, sınıra 10 km mesafede 70.000 nüfuslu 58 yerleşim birimini kapsıyor. Hamas’ın iktidara gelmesinden bu yana geçen on yedi yılda, Filistinlilerin zaman zaman roket ve havan topu atışlarına ve İsrail’in birkaç mil ötedeki bölgeyi bombalamasına rağmen yerleşimcilerin sayısı artmaya devam etti. Tel Aviv bölgesinde yükselen emlak fiyatları ve bölgenin açık tepeleri (emlakçılar buraya “Kuzey Negev’in Toskana’sı” diyor), orta sınıf yerleşimcilerin akınına yol açtı. Çitin diğer tarafındaki koşullar ise bölgenin artan refahıyla ters orantılı olarak kötüleşti. Yerleşimler Gazze’ye dayatılan çitleme sisteminin merkezi bir parçası, fakat sakinleri Batı Şeria’nın dindar yerleşimcilerinden farklı eğilimlere sahip. İsrail solunun kısmi körlüğünü gösterecek şekilde, Negev’in bazı yerleşimcileri barış hareketine katılmışlardır.

7 Ekim’de Hamas savaşçıları kuşatma ağının birbirine bağlı unsurlarını kırdı. Keskin nişancılar yasak bölgeyi gören kameralara ateş etti. İletişim kulelerine el bombaları attılar. Roket yağmurları radar bölgesini kitledi. Savaşçılar tel örgülerin altından tünel kazmak yerine karadan ilerlediler. İsrailli gözlemciler ya onları göremedi ya da gördüklerini hızlı bir şekilde tanımlayamadı. Savaşçılar çitlerde birkaç düzine delik açtı ya da çitleri patlattı. Filistinli buldozerler bu gedikleri genişletti. Bazı Hamas savaşçıları sınırı geçmek için yamaç paraşütü kullandı. Binden fazlası askeri üslere saldırdı. Kör ve sessiz kalan İsrail ordusu savaş alanını net bir şekilde göremedi ve birliklerin bölgeye ulaşması saatler aldı. İnternette inanılmaz görüntüler ortaya çıktı. Filistinli gençler, dedelerinden duydukları ama artık tanınmayacak kadar değişmiş olan topraklara bisikletlerle ya da atlarla giderek savaşçıları takip etti.

Üslerden sonra sıra yerleşim yerlerine geldi ve daha önceki hiçbir şiddetin haklı gösteremeyeceği katliamlar ortaya çıktı. Aileler evlerinde yakıldı ya da vuruldu. Savaşçılar toplamda yaklaşık 1300 sivil ve asker öldürdü. İki yüz kişi esir alındı ve Gazze’ye götürüldü. İsrail, yerleşimlerin sivil ve askeri işlevleri arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmak için onlarca yıl harcadı, ancak şimdi bu çizgi İsrail hükümeti tarafından asla amaçlanmayan şekillerde bulanıklaştı. Gazze Kıskacı’nı çevreleyen duvarın bir parçası haline getirilen sivil halk, her iki dünyanın da en kötüsüne uğradı. Kendilerini askerler gibi savunamadılar ve siviller gibi korunmadılar.

Harabeye dönmüş yerleşimlerin görüntüleri İsrail ordusuna uluslararası toplum nezdinde bir serbestiyet sağladı ve önceki rauntlarda kendisini engellemiş olabilecek her türlü engeli ortadan kaldırdı. İsrailli politikacılar net ve yok etmeye yönelik bir dille intikam çağrısında bulundular. Eleştirmenler Gazze’nin “yeryüzünden silinmesi gerektiğini” ve “Nekbe 2’nin zamanının geldiğini” söylediler. Knesset’in [İsrail parlamentosunun] Likud’lu üyesi Revital Gottlieb bir tweet attı: “Binaları yıkın! Ayrım yapmadan bombalayın. Acziyeti bırakın. İmkanınız var. Dünya çapında meşruiyetimiz var! Gazze’yi dümdüz edin. Acımadan!”

Gazze’de kuşatma altındaki bölgenin kuzeyinden güneye doğru onbinlerce insan göçerken – Kasım 2023 [Fotoğraf: Mahmud Hams/AFP/Getty Images]

Çatışma nasıl sona ererse ersin, Hamas iktidarda kalsın ya da kalmasın (ve ben ilkine bahse girerim), İsrail mahkumların değişimi konusunda pazarlık yapmaktan kaçınamayacaktır. Hamas için başlangıç noktası, şu anda İsrail hapishanelerinde bulunan ve çoğu yargılanmadan idari tutuklu olarak tutulan altı bin Filistinli olacaktır. İsraillilerin esir alınması 75 yıllık çatışma boyunca Filistinlilerin silahlı mücadelesinde merkezi bir yer tuttu. FKÖ ve diğer gruplar rehineler alarak İsrail’i Filistin ulusunu zımnen tanımaya zorlamayı amaçladı. İsrail’in 1960’lardaki pozisyonu, Filistin halkı diye bir şey olduğunu reddetmekti; bu da FKÖ’yü Filistinlilerin meşru temsilcisi olarak tanımanın mantıken imkansız olduğu anlamına geliyordu. Bu inkar aynı zamanda Filistinli savaşçıları uluslararası hukuka göre meşru savaşçılar olarak tanımaya ve dolayısıyla Cenevre Sözleşmeleri uyarınca onlara savaş esiri statüsü vermeye gerek olmadığı anlamına da geliyordu. Esir alınan Filistinliler, 11 Eylül sonrası dönemin “yasadışı savaşçıları” gibi yasal bir belirsizlik içinde tutuldular.

Temmuz 1968’de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) bir El-Al uçağını kaçırarak Cezayir’e indirdi ve açıkça Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını amaçlayan bir dizi uçak kaçırma eylemini başlattı. Cezayir olayı 22 İsrailli rehinenin on altı Filistinli mahkumla takas edilmesine vesile oldu, ancak İsrail hükümeti ortada bir anlaşma olduğunu reddetti. On altıya karşılık 22: böylesi bir takas oranı uzun süre geçerli olmayacaktı. Eylül 1982’de, İsrail’in Lübnan’ı işgalinden sonra, Ahmed Cibril’in FHKC-Genel Komutanlığı üç IDF askerini esir aldı; üç yıl sonra, Cibril anlaşması olarak bilinen anlaşmada, İsrail ve FHKC nihayet bir esir takası anlaşmasına vardı: 1150 Filistinli mahkuma karşılık üç asker. 2006 yılında Hamas tarafından esir alınan Gilad Şalit’in serbest bırakılması için 2011 yılında yapılan anlaşmada, anlaşma oranı Filistinliler için daha da elverişliydi: Tek bir İsrail askerine karşılık 1027 mahkum. Bu türden daha pek çok anlaşma yapmak zorunda kalacağı beklentisiyle İsrail, gelecekteki takaslar için elindeki kozları arttırmak amacıyla, reşit olmayanlar da dahil olmak üzere keyfi olarak daha fazla Filistinliyi tutuklamaya başladı. Ayrıca herhangi bir takasın parçası olarak iade edilmek üzere Filistinli savaşçıların cesetlerini de sakladı. Tüm bunlar, sömürgecilerden birinin hayatının, sömürgeleştirilenlerin hayatından bin kat daha değerli olduğu algısını güçlendiriyor. Bu hesaplama kaçınılmaz olarak insan ticaretinin tarihini akla getiriyor. Ancak burada takas oranı, Filistin direnişi tarafından derin yapısal sömürgeci asimetriyi tersine çevirmek için kullanılıyor.

Devletler askerlerinin ve vatandaşlarının rehin alınmasını farklı şekillerde çözüyor. Avrupalılar ve Japonlar genellikle gizli esir takasları yapıyor ya da fidye pazarlığı yürütüyor. ABD ve Birleşik Krallık ise kamuoyunda pazarlık yapmadıklarını ya da esir alanların taleplerine boyun eğmediklerini iddia ediyor ve buna her zaman sıkı sıkıya bağlı kalmasalar da bir kurtarma operasyonu imkansız göründüğünde eylemsizliği ve sessizliği tercih ediyorlar. Bu, “ehven-i şer” olarak görülüyor ve askeri oyun teorisyenlerinin “tekrarlanan oyun” olarak adlandırdığı şeyin bir parçası: Her eylem, olası uzun vadeli sonuçlarına göre değerlendirilir ve bir esirin serbest bırakılmasını sağlamanın faydaları, takasın gelecekte daha fazla asker veya sivilin yakalanmasıyla sonuçlanma ihtimaliyle kıyas edilir.

Herhangi bir İsrailli yakalandığında, ailesi, arkadaşları ve destekçileri sokaklara dökülerek serbest bırakılması için kampanya yürütür. Çoğu zaman hükümet bunu kabul eder ve bir anlaşma yapar. İsrail ordusu, serbest bırakılan esirlerin, özellikle de üst düzey komutanların yarattığı güvenlik riskine ve Filistinli savaşçıların daha fazla rehine almasını teşvik etme olasılığına işaret ederek hükümete genellikle takas anlaşmalarına karşı tavsiyede bulunur. Şu anda Hamas’ın lideri olan Yahya Sinwar, Şalit anlaşması kapsamında serbest bırakılmıştı. Bu tür takaslara karşı çıkan önemli bir sivil kampanya, bunları İsrail’in “laik-liberal” toplumunun kırılganlığının bir tezahürü olarak gören dini yerleşimci hareketi Gush Emunim tarafından yürütüldü.

Filistinli mahkumlar İsrail hapishanelerinden serbest bırakılmalarının ardından Refah sınırından Gazze Şeridi’ne geçerken – 18 Ekim 2011 [Fotoğraf: Mahmud Hams /AFP/Getty Images]

1986 yılında Cibril anlaşmasının ardından İsrail ordusu, bir İsrail askerinin düzensiz bir silahlı güç tarafından ele geçirilmesi durumunda uygulanmak üzere tasarlanmış gizli bir operasyon emri olan tartışmalı “Hannibal Direktifi”ni yayınladı. Ordu bu açıklamayı reddetti, ancak İsrail askerleri tarafından bu direktif, esir alınmadan önce yoldaşlarını öldürmek için bir ruhsat olarak anlaşıldı. 1999 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Shaul Mofaz bu politikayı şöyle açıkladı: “Bunu söylemenin getirdiği tüm acılara rağmen [belirtmeliyim ki] öldürülen bir askerin aksine kaçırılan bir asker ulusal bir sorundur.” Ordu, yönergenin isminin bir bilgisayar programı tarafından rastgele seçildiğini iddia etse de bu isim yerinde bir isimdir. Kartacalı General Hannibal Barca M.Ö. 181 yılında Roma’nın eline geçmemek için kendini öldürmüştür. Romalılar benzer bir kararlılığı otuz yıl önce de göstermişlerdi: Hannibal, Cannae zaferinde esir aldığı askerler için fidye almaya çalıştığında, Senato hararetli bir tartışmanın ardından bunu reddetmiş ve esirler idam edilmişti.

1 Ağustos 2014 tarihinde, Koruyucu Hat Operasyonu olarak bilinen Gazze saldırısı sırasında, Filistinli savaşçılar Refah yakınlarında bir IDF askerini esir aldı ve Hannibal Direktifi yürürlüğe girdi. Hava kuvvetleri askerin götürüldüğü tünel sistemini bombaladı ve bombardımanda aralarında ailelerin de bulunduğu 135 Filistinli sivil hayatını kaybetti. Ordu o zamandan beri direktifi iptal etti. Ancak Gazze’nin şu anda ayrım gözetmeksizin bombalanmasıyla, hükümet sadece Gazze halkına eşi benzeri görülmemiş bir yıkım getirmekle kalmıyor, aynı zamanda ölü esirleri anlaşmaya tercih etme ilkesine geri dönüyor gibi görünüyor. İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Hamas’ın “esirler meselesini ciddiye almadan acımasızca” vurulması çağrısında bulundu. İsrail’in BM Büyükelçisi Gilad Erdan ise rehinelerin “yapmaları gerekeni yapmalarına engel olmayacağını” söyledi. Yine de bu savaşta Gazze’deki sivillerin ve esir alınan İsraillilerin kaderi, her iki halkınki gibi birbirine sıkı sıkıya bağlı.


[*] Weizman’ın adli mimarlık kavramını tartıştığı, Arendt’den Gazze’ye Ehvenişer Siyaseti: İnsancıl Şiddetin Kısa Tarihi adlı kitabı 2018 yılında Açılım Kitap tarafından çevrilerek yayınlandı. Weizman ile kitabı hakkında yapılmış kapsamlı bir söyleşiye şu linkten ulaşabilirsiniz. [e.n.]

[1] İsrail’de, mülkiyetin ortak olduğu kolektif tarzda örgütlenmiş tarıma dayalı yerel topluluklara verilen ad. [e.n.]

[2]Gaza Envelope” Gazze sınırından İsrail’in on kilometre içine kadar olan ve Gazze’den atılan roketlerin menziline giren yerleşimlerden oluşan tampon bölgeye İsrail’in verdiği ad. [e.n.]

[3] Kibutzlara benzer şekilde, kooperatif tarzı örgütlenen tarımsal yerleşim yerlerine verilen ad. [e.n.]

Yazar: Eyal Weizman

Çeviri: KARPUZ

Yayın Tarihi: 2 Kasım 2023

Kaynak: London Review of Books

Manşet Fotoğrafı: Aviram Valdman/The Tower

Leave a Reply