Bizler, aşağıda imzası bulunan Filistinli Hristiyan kuruluşlar ve taban hareketleri olarak, topraklarımızda tekrar ortaya çıkan şiddet döngüsünden dolayı üzüntü ve keder duymaktayız. Bu açık mektubu yayınlamak üzereyken, bazılarımız, 19 Ekim 2023 tarihinde İsrail’in Gazze’deki tarihi Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi’ne sığınan ve aralarında Hristiyanların da bulunduğu masum sivillere yönelik acımasız bombardımanında sevgili arkadaşlarımızı ve aile üyelerimizi kaybettik. Topraklarımızda devam etmekte olan savaş karşısında yaşadığımız şoku ve dehşeti ifade etmekte kelimeler yetersiz kalıyor. Tüm insanların Tanrı’nın suretinde yaratıldığına dair sarsılmaz inancımız nedeniyle, ölen ve acı çeken her bir insan için yas tutuyoruz. Ayrıca, Tanrı’nın adının, şiddeti ve din milliyetçisi ideolojileri beslemek amacıyla kullanılmasından da derin rahatsızlık duyuyoruz.
Dahası, birçok Batılı Hristiyan’ın İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşa tereddütsüz destek vermesini dehşetle izliyoruz. Topraklarımızda hakikat ve adalet için konuşan ve konuşmaya devam eden sayısız insanın farkında olsak da İsrail’e koşulsuz destek veren Batılı ilahiyatçılara ve kilise liderlerine karşı çıkıyor ve onları tövbe etmeye ve tutumlarını değiştirmeye çağırıyoruz. Ne yazık ki, bazı Hristiyan liderlerin bu süreçte uyguladıkları çifte standart ve yaptıkları, Hristiyanlar olarak şahitliklerine ciddi şekilde zarar vermiş ve topraklarımızdaki durumla ilgili takındıkları ahlaki tutumu hakikatten uzaklaştırmıştır.
Sivillerin sığındığı tarihi Rum Ortodoks Aziz Porphyrius Kilisesi İsrail’in saldırılarından sonra ağır hasar gördü [Fotoğraf: Ali Jadallah/Anadolu Ajansı]
Başta savunmasız aileler ve çocuklar olmak üzere sivillere yönelik tüm saldırıları kınama konusunda Hristiyan dostlarımızın yanında yer alıyoruz. Ancak, öldürülenler Filistinli siviller olduğunda birçok kilise lideri ve ilahiyatçının sessiz kalması bizi rahatsız ediyor. Ayrıca, bazı Batılı Hristiyanların Filistin’de devam eden İsrail işgalini kınamayı reddetmeleri ve bazı durumlarda bu işgali haklı görmeleri ve desteklemeleri bizi dehşete düşürüyor. Bazılarının İsrail’in Gazze’ye yönelik ayrım gözetmeden devam eden ve şu ana kadar çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 3.700’den fazla Filistinlinin hayatına mal olan saldırılarını meşrulaştırması da dehşet verici. Bu saldırılar mahallelerin baştan aşağı yıkılmasına ve bir milyondan fazla Filistinlinin zorla yerinden edilmesine sebep oldu. İsrail ordusu, beyaz fosfor kullanımı, su, yakıt ve elektriğin kesilmesi, okul, hastane ve ibadethanelerin bombalanması gibi sivilleri hedef alan yöntemler kullanıyor; bunların arasında Al-Ahli Anglikan-Baptist Hastanesi’ndeki iğrenç katliam ve birçok Filistinli Hristiyan aileyi tamamen yok eden Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi’nin bombalanması da yer alıyor.
Dahası, İsrail’in Nekbe’den bu yana geçen 75 yıl boyunca Filistinlilere yönelik sistematik baskısı, Filistin’de devam etmekte olan etnik temizlik ve apartheid’a yol açan baskıcı ve ırkçı askeri işgal gibi, bu savaşın daha geniş tarihsel bağlamını ve temel nedenlerini görmezden gelen dar görüşlü ve hakikatten uzak Hristiyan tepkilerini kategorik olarak reddediyoruz. Birçok Batılı Hristiyan ilahiyatçı ve liderin ısrarla görmezden geldiği ve daha da kötüsü, birçok Siyonist teoloji ve yorumu kullanarak zaman zaman meşrulaştırdığı korkunç zulmün tarihsel bağlamı tam da budur. Dahası, İsrail’in son 17 yıldır Gazze’ye uyguladığı acımasız abluka, temel insan haklarından mahrum bırakılan ve %70’i Nekbe sırasında yerlerinden edilen ailelere mensup iki milyondan fazla Filistinli için, 365 kilometrekarelik Gazze Şeridi’ni bir açık hava hapishanesine dönüştürmüştür. Gazze’de İsrail’in demir yumruğu altındaki acımasız ve umutsuz yaşam koşulları, ne yazık ki bazı Filistinli grupların daha radikal olanlarını baskı ve umutsuzluğa bir yanıt olarak militanlığa ve şiddete başvurma konusunda cesaretlendirmiştir. Üzülerek söylüyoruz ki, tüm kalbimizle bağlı olduğumuz şiddet içermeyen Filistin direnişi dahi bazı Hristiyan liderler tarafından kabul görmüyor. Dahası, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve B’Tselem tarafından rapor edilen ve hem Filistinliler hem de Güney Afrikalılar tarafından uzun süredir dile getirilen İsrail apartheidı’nın gündeme getirilip tartışılması bile yasaklanıyor.
Tekrar tekrar görüyoruz ki Batılıların Filistin-İsrail meselesine yönelik tutumları bariz bir çifte standart ile maluldür. Batılılar, İsrailli Yahudileri insan olarak görürken Filistinlileri insan dışı varlıklar olarak görmekte ve göstermekte, Filistinlilerin acılarını örtbas etmektedirler. Bu durum, İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği ve binlerce Filistinlinin ölümüne neden olan son saldırıya karşı takınılan genel tavırda, 2022 yılında Filistin asıllı Amerikalı Hristiyan gazeteci Shireen Abu Akleh’in öldürülmesine karşı gösterilen kayıtsızlıkta ve bu son yaşananlardan önce bu yıl Batı Şeria’da 38’i çocuk 300’den fazla Filistinlinin öldürülmesinde açıkça görülmektedir.
Shireen Abu Akleh için düzenlenen cenaze töreninden bir kare – 13 Mayıs 2022 [Fotoğraf: Ilia Yefimovich/DPA]
Bize öyle geliyor ki bu çifte standart, Amerika, Okyanusya ve diğer yerlerdeki yerli halkların etnik temizliğini, Afrikalıların köleleştirilmesini, transatlantik köle ticaretini ve Güney Afrika’da onlarca yıl süren apartheid’ı meşrulaştırmak için Kitab-ı Mukaddes’i silah olarak kullanan köklü bir sömürgeci söylemi aşikar kılıyor. Sömürgeci teolojilerin modası geçmiş değil; Filistin’in etnik temizliğini, sistemli bir yerleşimci-sömürgecilik ve apartheid altında yaşayan Filistinlilerin (ki bunlara Hristiyanlar da dahil) aşağılanmasını ve insanlıktan menedilmesini meşrulaştıran geniş kapsamlı Siyonist teoloji ve yorumların mevcudiyetiyle varlığını devam ettirmektedir sömürgeci teolojiler. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya’daki masum sivillerin üzerine atom bombası atılmasını, Irak’a yönelik son Amerikan savaşı sırasında Irak’ın yıkımını ve Hristiyan nüfusunun yok edilmesini ve ahlaki üstünlük ve “kendini savunma” adına Filistinlilere karşı İsrail’e verilen tereddütsüz ve koşulsuz desteği meşrulaştırmak için kullanılan Adil Savaş Teorisi’nin Batılı Hristiyan mirasının da farkındayız. Ne yazık ki, farklı mezhep ve teolojik geleneklere bağlı pek çok Batılı Hristiyan, savaşı meşrulaştıran Siyonist teoloji ve yorumları benimseyerek İsrail’in şiddet ve baskısına ortak oluyor. Bazıları, bugün pek çok Batı ülkesinde ve medya kuruluşunda tanık olduğumuz Filistin karşıtı nefret söyleminin yükselişinde de pay sahibi.
Batı’daki pek çok Hristiyan, savaşın teolojik olarak meşrulaştırılmasına itiraz etmiyor olsa da, Filistinli Hristiyanların büyük çoğunluğu şiddete—güçsüz ve işgal altında olanlar tarafından başvurulsa bile—onay vermiyor. Bunun yerine, Filistinli Hristiyanlar, “sevgi yolunu kullanan ve barış için elinden gelen çabayı göstermeye dayalı” (Kairos Palestine, §4.2.5) şiddetsiz direniş idealinde İsa’nın yolunu takip ediyor (§4.2.3).[1] Daha da önemlisi, iktidar sahiplerinin savaşlarını meşrulaştıran tüm teoloji ve yorumları reddediyoruz. Batılı Hristiyanları bu konuda bizimle birlikte hareket etmeye çağırıyoruz. Ayrıca kendimize ve diğer Hristiyanlara hatırlatmak isteriz ki, Tanrı ezilenlerin ve mazlumların Tanrısıdır ve İsa güçsüzlere güç verip güçlülerin karşısına dikilmiştir. Bu, Tanrı’nın adaleti gereğidir. Bu nedenle, ilk olarak Musa (Yasa’nın Tekrarı 10:18; 16:18-20; 32:4) ve diğer peygamberler (Yeşaya 1:17; 61:8; Mika 2:1-3, 6:8; Amos 5:10-24) tarafından ilan edilen ve Mesih’te vücut bulup somutlaşan (Matta 25:34-46; Luka 1:51-53; 4:16-21) İncil’deki adalet ve merhamet geleneğini, bazı Batılı Hristiyan liderlerin ve ilahiyatçıların görmezden gelmesi bizi derinden yaralıyor.
Son olarak, üzülerek söylüyoruz ki, İsrail’in saldırılarının arkasında duran ve İsrail’in Filistinlilere karşı son 75 yıldır işlediği suçlara teolojik ve siyasi olarak ortak olan Batılı kilise liderlerini ve ilahiyatçılarını bu eylemlerinden dolayı sorumlu tutuyoruz. Onlara, Tanrı’nın “adaletle hükmedeceğini” (Elçilerin İşleri 17:31) hatırlatarak, tutumlarını yeniden gözden geçirmeye ve gittikleri yolu değiştirmeye çağırıyoruz. Ayrıca kendimize ve Filistin halkına hatırlatıyoruz ki, direnişimiz (direncimiz),[2] haklı davamıza ve bu topraklardaki tarihsel köklerimize dayanmaktadır. Filistinli Hristiyanlar olarak cesaretimizi ve tesellimizi Tanrı’da bulmaya devam ediyoruz; ki o Tanrı pişmanlık duyup tövbe edenlerin ve alçakgönüllü olanların yanındadır (Yeşaya 57:15). Çarmıha gerilmiş Mesih’le dayanışmamızda cesaret, onun boş mezarında umut buluyoruz. Ayrıca, dünyanın dört bir yanında, güç ve iktidar vazeden ideolojilerin egemenliğine meydan okuyan çok sayıda kilisenin ve tabandan gelen inanç hareketinin bedel ödemekten kaçmayan dayanışması ve desteği bize kuvvet ve cesaret veriyor. Kardeşlerimiz bizi terk etse bile, biz pes etmeyeceğiz. Umudumuzda ısrarcıyız, şahitliğimizde kararlıyız ve zulüm ve karanlık karşısında iman, umut ve sevginin hakikatine sadık kalmaya devam ediyoruz. “Tüm umutların yok olduğu yerde, umut çığlığımızı haykırıyoruz. İyi ve adil olan Tanrı’ya inanıyoruz. Tanrı’nın iyiliğinin, topraklarımızda hala varlığını sürdüren nefret ve ölüm kötülüğüne karşı sonunda zafer kazanacağına inanıyoruz. Bu topraklar yenilenecek ve yeni bir insan doğacak; birbirini sevebilen ve sevgi uğruna mücadele edebilen.” (Kairos Palestine, §10).
Tanrının rahmeti ve adaleti üzerinize olsun![3]
[*] “Kurtuluş teolojisi” olarak da çevrilen liberation theology, 1960’lardan itibaren Latin Amerikalı Katolikler tarafından popülerleştirilen ve Hristiyanlık içinde ve dışında pek çok dini gelenekçe farklı biçimlerde ortaya konmuş, sosyal adalet ve özgürlük temelli bir dini yorum ve pratik geleneğidir. Daha ayrıntılı bilgi için linke tıklayabilirsiniz. [e.n.]
[1] Burada referans verilen “Kairos Palestine” belgesi, 2009 yılında Bati Şeria’daki Beytüllahim şehrinde Filistinli Hristiyanlar tarafından deklare edilmiş olup dünya Hristiyanlarını İsrail’in işgaline karşı Filistinlilerin mücadelesini desteklemeye çağırmaktadır. Belgenin tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz. [e.n.]
[2] “Sumud” (صمود) Filistin Arapçasında sıkça kullanılan ve “kararlılık, sebat, direnç” anlamına gelen bir terim. Genel anlamıyla, İsraillilerinin Filistin topraklarını ele geçirerek yerleşmesine karşı Filistinlilerin gösterdiği direnişi ifade ediyor. Biz de “direniş” olarak çevirmeyi tercih ettik. [ç.n.]
[3] İfadenin orijinali şöyle: “Your Kingdom come!” [ç.n.]
Yayın Tarihi: 20 Ekim 2023
Kaynak: Change.org
Çeviri: KARPUZ
Manşet Fotoğrafı: Hazem Bader-AFP/Getty Images